Binaların iç ve dış duvarlarında mermer, taş, ahşap, çini, maden gibi maddeler üzerine oymak veya kabartmak suretiyle işlenmiş yazılara “kitabe” denir. Genellikle dini, sivil ve askeri binaların belirli yerlerine özenle işlenen kitabe, verdiği bilgilerle ve yapının estetiğini tamamlayan dekoratif bir unsur olmasıyla önem taşıyan mimari bir detaydır. Çoğunlukla giriş kapıları üzerinde yer alan ve eserin kimin tarafından ne zaman yapıldığını bildirene “tarih kitabesi”, tamiri hakkında bilgi verene “tamir kitabesi”, kemerle iç kapılar üstünde yazılı olanlara da “kitabe levhası” adı verilir. Ayrıca yapının iç ve dış duvarlarında bulunan yazılar, mezar, menzil ve. mesafe taşlarına işlenmiş yazılar da kitabe sayılır.
Tarihi yapılarda aynı zamanda dekoratif bir unsur olarak dikkat çeken kitâbeler, yazıldıkları yere göre konuları bakımından da önem taşırlar. Cami, mescit, medrese ve her çeşit dinî ve resmi binanın iç ve dış kapıları ile genellikle duvarlarında ayetler ve sureler bulunur. Bunlardan duvarları çevreleyene “kuşak yazısı” denir. Genellikle cami kapıları ile avlularının kapıları üstünde “… Namaz müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”211, mihraplarda “…(Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir…”212, “…Zekeriyya onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu.”213 mealindeki ayetler; çeşmelerde “…Diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi ?…”214 veya “…Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir.”215 mealindeki ayetlerden alınmış parçalar bulunduğu gibi, kütüphanelerin üstünde de “O sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.”216 anlamındaki ayetler yer almaktadır.217
Yazı, mimaride de önemli bir tezyinat unsuru olmuştur. Selçuklular yazıyı bir tezyinat olarak çokça kullanmışlardır. Taşa kabartma olarak oyulan bu yazılar, yazıdan ziyade bezeme mahiyetindedir. Osmanlı yazıları kadar güzel ve mütenasip olmayan bu yazılar, genellikle süslemelerden fark olunamayacak kadar tezyini bir mahiyettedir. Kûfî’yi andıran ve hendesî tezyinat şekline sokulan bu yazılar, kıvrım dallar ve üslûplanmış yapraklarla çerçevelenmiş ve yazının karakterini kaybetmişlerdir.
Osmanlılarda en güzel bir şekil alan ve başlı başına bir sanat şubesi hâline gelen hüsnühat, süsleme motifleri arasında ve onlara karışmış olarak tertip edilmeyip, yalnız olarak bütün asaletiyle başlı başına kendini gösteren bir unsur olmuştur.
Mimariye tatbik edilen bu yazılar ya taşa ya mermere kabartma olarak oyulmak suretiyle veya çini üstüne boya ile veyahut duvar ve tavan ve sıvalar üzerine sulu veya tutkallı boya ve yaldızla yazılır. Mermere oyulan yazılar ekseriye yaldızlanır ve zeminleri yaldız rengiyle, koyu mavi veya yeşil boya ile boyanır.
İslâmdan sonraki ilk kitabelere Doğu Anadolu’da yerleşen Danışmendliler, Artuklular, Mengüçlüler adını taşıyan Türkmen devletlerinde ve Anadolu Selçuklularında rastlanır. Bu tarihte kûfî yazı, sülüs yazı ile birlikte kitâbelerde görünür ve bilhassa bir süsleme unsuru olarak XV. yüzyılın sonuna kadar az da olsa devam ederse de devir itibariyle artık XIII. yüzyılda celî sülüs ön plândadır. Kısaca ifade etmek gerekirse, Anadolu Selçuklularında kullanılan celî sülüs, girift, cılız ve küt görünüşler olarak üç ana karakter gösterir. Bu tip yazıda harfler birbirine çok yakın, dikey harfler ekseriya yanyana dizilmiş şekilde, özellikle elif, lâm, kâf gibi dikey harflerin boyları nispeten kısa, gövdeleri de kalıncadır.
Osmanlıların ilk devirlerinde celî sülüs yazısı büyük bir değişiklik göstermemekle beraber güzellik bakımından yavaş yavaş gelişmeye başlar ve Selçuk celî sülüsünden ilk ayrılma, yani bu yazının Osmanlılara mahsus bir karakter kazanması, I. Sultan Murad devrindedir. Daha sonra Edirne’deki yapılarda bulunan kitabeler yazıda bir gelişmenin başladığını gösterir.
Fatih devrinde yazı birden bire bir gelişir. Kitabelerde celî sülüsün en güzel bir şekilde yazılmaya başlanması ise ll. Mahmud devrine rastlar. Devrin büyük hattatı Mustafa Rakım, değil yalnız Türkiye’de, bütün İslâm dünyasında celî sülüsü en yüksek noktaya ulaştıran bir sanatkârdır. İstanbul ‘da Nusretiye Camii’ndeki yazıları kendinden sonraki sanatkârlar için daima bir örnek olmuştur. Celî sülüste artık bu yeni yol takip edilir.
Kitabelerde celî sülüsten sonra en çok kullanılan yazı celî nesta’liktir. Kitabelerde XVll. yüzyıldan sonra bolca görülmesi ve mukabil celî sülüse nispetle daima ikinci plandakalmıştır.218
İnşa kitabeleri, taç kapıyı oluşturan mimarî unsurlardan olmakla birlikte, taç kapıların vazgeçilmez birer parçasıdır. İşlevsel özellikleri dışında, değişik biçimlerde düzenlenmiş levhalarıyla taç kapının dekoratif görünümüne katkıda bulunurlar
Erken dönem Osmanlı taç kapılarındaki kitâbe levhalarının hemen hepsi mermerdir. Zemin oyulmuş, harfler ve süslemeler kabarık bırakılmıştır. Yazı çoğunlukla sülüstür. Bazı taç kapılarda bir kitâbe levhası bulunmasına karşılık, bu levhaların boş bırakıldıkları görülmektedir. Bu örnekler, kitâbe levhalarının taç kapıya inşaat sırasında yerleştirildiğini; kitâbebelerin, bu levhalar üzerine inşaat tamamlandıktan sonra işlendiğini kanıtlamaktadır.
Taç kapılardaki kitâbeler çoğunlukla inşa kitabeleridir. Onarım kitabeleri genellikle yapının taç kapı dışında farklı bir kesimine yerleştirilmiştir.
Kitabelerdeki yazılar çoğunlukla üç satırdan oluşmaktadır. Örneklerin çoğunda satırlar düz bir silmeyle ayrılmıştır. Bazı örneklerde ise, satırlar kartuşlar içine yerleştirilmiştir.219
Kaynak
211- Nisa, 4/103.
212- Bakara, 2/144.
213- Al-i İmran, 3/37.
214- Enbiya, 21/30.
215- insan, 76/21.
216- Beyyi ne, 98/3.
217- Alparslan, “Kitabe”, DIA . Ankara 2002, c. XXVI, s. 76-78.
218- Türk Dili ve Edebiyatı Ans . . İstanbul 1 987, c. iV, s. 358-359.
219- Çakmak, Şakir, Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Taçkapılar (1300- 1500), Ankara 2001 , Kültür Bakanlığı Yay., s. 64-65.
Anadolu’da Türk ve İslam Sanatı /// Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı /Görsel ve İçerik