Selçuklular zamanında ticaret eşyası taşıyan kervanların ve seyahat eden yolcuların konaklamaları ve geceyi güvenilir bir yerde geçirmeleri için büyük yollar üzerinde, bir günlük mesafeler ölçülerek, gerekli yerlere yapılan binalara “han” ve bunların büyüklerine “sultan hanı” veya “kervansaray” denir.
Anadolu’da Selçuklular’ın yüksek kültürünü en canlı şekilde aksettiren eserler; Denizli’den Erzurum, Kars ve lğdır’a, Kütahya’dan Malatya, Bitlis, Ahlat’a, Antalya’dan Sinop ve Samsun’a kadar uzanan yollar üzerinde yükselen kervansaraylar olmuştur. Bunlar Anadolu’da Selçuklu saltanatının, kudretinin büyüklüğünü ve teşkilatının sağlamlığını gösteren abidelerdir. Diğer eserlerde olduğu gibi, bunların da plânları ve bazı süsleme motifleri yine Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular’ın ribat adını verdikleri daha önceki Türk kervansaraylarına dayanmaktadır. Fakat Anadolu’daki kervansaraylar tamamıyla abidevî eserlerdir. Dinî yapılarda zaman zaman tuğla ve bazen tuğla, kesme taş karışımı değişik malzeme kullanılmışsa da, hanlar yalnız taştandır. Bazı medreseler dışında dinî yapıların çok defa göz alıcı süslemelerle, mütevazı ölçüde yapılmasına karşılık, kervansaraylar Anadolu Selçuklu mimarisinin gerçekten sarayları andıran çok büyük ölçüye varmış en gösterişli abideleridir.255
Kervanların at ve arabalarıyla eşyalarını koymaya mahsus yerleri ve yolcuların yatmasına mahsus odaları, nalbant ve araba tamirhanelerini ihtiva eden bu binalar, eşkıya baskınlarından ve diğer tehlikelerden korunmak için âdeta hisar mahiyetinde yapılmıştır. Bunların kalın ve yüksek duvarlarında pencere yoktur. Ancak hava almak ve silah atmak için bazı mazgal delikleri bulunur. Bazılarında etrafı gözetlemek için gözlü kuleleri de yapılmıştır.
Hanlar ve kervansaraylar, tıpkı medreseler gibi, avlulu ve avlusuz iki şekilde yapılmıştır. Büyük hanlar genellikle avluludur. Bu avlunun etrafında yolcuların atlarını bağlamaya mahsus ahırlar, ot ve arpa depoları, eşyalarını muhafaza etmek için demir kapılı depolar ve yolcuların yatmasına mahsus salonlar ve odalar bulunur.
Hanların kapıları yanında bekçi ve muhafız odaları, kahve ocağı vardır. Kervan halkının cemaatle namaz kılması için genellikle avlunun ortasında bir de mescit bulunur. Avlunun kapıya karşı olan tarafında kemerlerle gözlere ayrılmış ve üstü kâgir kubbelerle örtülmüş muhafazalı büyük bir bina kısmı olur ki, burada her bölmenin bir ocağı olup yolcular eşyalarıyla beraber bu ocakların başına yerleşerek geceyi geçirirler.
Türk mimarisinde en eski kervansaraylar, Karahanlılar’dan kalmadır. Bunlara “ribat” adı verilirdi. Ribatlar, sınır boylarında ve stratejik yerlerde ordu birlikleriyle binek hayvanlarının konakladığı ileri harekâtlar için yapılan askerî amaçlı yapılardı. Bunların mimarisi ve planları daha sonra Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında yaptırılan kervansaraylarla geliştirilmiştir. Karahanlı ribatlarından sonra, Gazneliler de aynı isim altında abidevî eserler meydana getirmişlerse de, bunlar zamanla ortadan kaybolmuştur.
Anadolu yolları Doğu-Batı, Kuzey-Güney istikametlerinden gelip giden büyük ticaret kervanları ile dolup taşıyor; kervansaray (han) lar yolcuların her türlü ihtiyaçlarını ücretsiz karşıladığı gibi, bazıları surları, burçları ve demir kapıları ile zengin ticari eşyaları ve nakit meblağları tehlikelere karşı emniyetle koruyan sığınak vazifesini de görüyordu.
Kale gibi burçları ve demir kapılarıyla kervansaraylar aynı zamanda ticari mallar için güvenilir bir sığınaktı. Aksaray yakınında Keykubat kervansarayını 20.000 asker ile kuşatan bir Moğol kumandasının orada iki ay zarfında bir Türk beyini teslim alamadığını kaydedersek bu binaların emniyeti hususunda tam bir fikir ediniriz.
Uzaktan bakılınca bir kale, içlerine girildiği zaman kervan kafilelerinin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak bir teşkilata sahip olan bu binalar nicelik bakımından da nitelik bakımından da İslâm dünyasının başka bölgelerinde emsaline rastlanmayacak bir kıymet taşırlar. Selçuklu sultanları ve yüksek devlet adamları büyük ticaret yolları üzerinde hemen her menzillik (takriben 30-40 kilometrelik) mesafede bir kervansaray yaptırmışlardır.
Evliya Çelebi vakıf kervansaraylardan söz ederken Lüleburgaz’daki Mimar Koca Sinan yapısı Sokollu Mehmet Paşa Kervansarayı’nı şöyle anlatır:
“Kapının önünde didebanlar nigâhbanlık ederler, akşamları kervansarayın kapısı mehterhâne çalınarak merasimle kapanır, kapıcılar vakıftan kandiller yakıp kapı dibinde yatarlar.
Gece yarısından sonra bir yolcu gelirse kapıyı açıp içeri alırlar. Vakıftan hayvanlarına yem, kendilerine yemek çıkarırlar, fakat zinhar içerden dışarıya kimseyi çıkarmazlar. Zira şart-ı vakıf böyledir.
Sabah olduğunda mehter çalınarak kapılar açılır, yolcular hazırlanırdı. Bu sırada dolaşan münâdî:
– Ey ümmet-i Muhammed, maldan candan bir eksiği olan var mıdır? diye bağırır, yolcular:
“Allah, hayır sahibine -hayatta ise selâmet- ölmüş ise rahmet eylesin. Bir eksiğimiz gediğimiz yoktur” derlerse, kapılar açılır.
– Öyle ise buyurun, Allah gidenlere selâmet, kalanlara rahat versin.
Yollarda gâfil gitmen, bisât gaib itmen, herkesi refik itmen, yürün Allah âsân getüre. (Yollarda oyalanıp zaman kaybetmeyin, herkesi arkadaş edinmeyin, haydin Allah işinizi rast getirsin.) diyerek uğurlarlardı.” (Özdamar, a.g.m., s.1 0)
İslâm dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği önemin neticesi olarak ortaya çıkan kervansarayların bir benzeri, ortaçağ Avrupa’sında olmadığı gibi, düşüncesi bile mevcut değildi. İslâm tarihinin önceki devirlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da bu güzel ve faydalı eserleri uzun bir zaman halkın hizmetinde kullanmışlardır.
KAYNAK
255- Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1 984, c. il, s. 1 44.
Anadolu’da Türk ve İslam Sanatı /// Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı /Görsel ve İçerik